the whole world is our playground

the whole world is our playground
the whole world is our playground

30 Eylül 2009 Çarşamba

akıl kaçıntısı, mürekkep kesintisi

yazamıyorum. beynim hastalandı. benim aklım uçtu. hep yenilgiler yüzünden... ancak bu sefer başka; pek yeni bir şey oldu. kalemin kapısının çalınmasına tahammül edemezdim. suralarım o kadar sağlamdı ki benim! her bir taşı kendim koymuştum; yenilgi farklı maskelerle şafakta belirdikten sonra. sağlamdı; pek sağlamdı! hiçbir insan ordusu yıkamazsı, kirli ve kalındı...bir gece ak baykuşumun sesiyle uyandım; kapım çalınıyordu. sersemlikle tahtımdan indim; surlarla ilgili hiçbir kuşkuya kapılmadan... merdivenlerden indim, 3 basamak kalmıştı zemine adım atmama;hafiften tökezledim. bu aklımı başıma getirmeliydi, bir şeylerin yanlış olduğunu farketmeliydim... lakin, huzur ve düzen beni o kadar tembelleştirmişti ki. tembelleşen aklımdı, kalemi organize etmek için sarfettiğim güç bedenimi çürütmüştü. bir aptal olabilecek kadar yalnızdım; neye yarar güçlü suralarım; içinde acınası biri kalakalmışken?kapıyı açtım. siyah şapkalı, güzel yüzlü bir bey indi, 2 atın çektiği 2 pencereli kömür rengi faytondan. Açılan kapı, sarayı aydınlattı;umudu bulmamı sağladı; meğer elimin altında duruyormuş... ilk defa o zaman o beye 'ayışığı' dedim. uzunca bir süre misafir ettim Ay Işığı'nı o geceden sonra. meğer fıttınadan kaıyormuş o da; kum fırtınalarından, çölden kaçıp herhangi birinin yanına kuzey kutbuna gelmiş. her şeyimi paylaştım onunla, tahtımı, kedimi,kendimi... fırtınalı gecelerde, dışarıdakileri düşünüp kıkırdaşarak uyuyakalırdık tahtta. Yine böyle bir gecenin sabahına uyandığımda, yanımda yoktu. heyecanla aşağı koştum, 3 basamak kala tökezledim. lakin bu beni uyandırmaya yetmedi. O YOKTU! gitmişti. nedensiz, gereksiz, açıklamasız bir gidiş. bahçeye bakmalıydım, onu bulmalıydım;Ay Işığı'm, tüm umudum!dingin sabah...buzlardan sıçrayan güneş gözlerimi yaktı... bir yanlışlık vardı; surlar yoktu! bir yanlışlık yoktu... kalın sağlam surlardan bir toz zerreciği bile kalmamıştı geriye.gürültü!gürültü!sarayım! biricik kalem eriyordu. tahtım yanıyordu! ilk defa, hayatımda ilk defa çığlık attım. hiçbir şeyim yoktu artık. lakins anki herşey; doğaya ait herşey yavaş yavaş beliriyordu beynimde. soyundumarındımuzaklaştımhiç bir şeye sahip değildim ve hiç bir şey de bana sahip değildi!
şimdi fırtınayla birlikte dans eden bir hiçkimse'yim, herkesim... çelişkilerle dolu bir başyapıt(!) yazıyorum. karmaşa ve yeni elde edilen hazineler, ve sonrasında tekrar karmaşa...kumaşa girip çıkan iğne iplik gibi... İğne gibi tehlikeli, iplik gibi bağlayıcı ve kardeşçe...

''bilinen''e cevabın ''bilinen''i

Karanlık çöktüğünde gözlüklerimizi takarız. Biraz daha soyutlanırız o zaman, ve diğerleri farkedemez, perdede duran sinekler tarafından gözlemlendiklerini. Karşı kaldırımda oturan kedileriz biz.. Hayır, asla kimseyi yargılamak değil derdimiz, sadece bir cüzzamlının ruh halinde hissetmek isteriz bazen. Cüzzamlıyı buluruz, ve sigarasını onunla içeriz, bizim parmaklarımız vardır lakin, asla tensel kederini paylaşamayız belki, fakat duman halkalar halinde bizim de beynimize gider; düşüncelerine gireriz.. İlk gördüğümüz, kapıyı açarız çalmaksızın. Çünkü artık biz yok, tamamen cüzzamyız. Kapının ardında bulduklarımızı o an yorumlamayız, sadece tüm hazineyi alır, cebimize koyar, eve gidip o ayağımızı sıkan botlarımızı çıkardığımız rahatlama anlarında inceleriz.Hiç bir kaybı olmaz kimsenin.. Ama beynimizin bir parçası cüzzamlıdır artık. Yeşil yoldaki dev misali tüm hastalığı, pisliği içeriz.. Kendimize ait olmasa bile, çözüme ulaştırdığımızda o problemleri, tatmin oluruz. Çözümü asla kimseye söylemeyiz, amacımız yoktur bunu yaparken, sadece oyun.

to love


ben her şeye aşığım.
sen bir yere kadarsın.
ama seni de seviyordum.
bazen sen herşeysin.

sen bendin.
ben sendim.
ben benim.
sen sensin.

yarın, o herşey ve ben oyum , o ben.
aslında sadece ben benim.
siz siktirin gidin.

kaldırım taşı ve yuvarlak seven kız

çünkü onu ezip geçerlermiş her gün
her parfüm kokusunu bilirmiş
ayaktan önce ayakkabı numarasını tanırmış

ayaklar görmezmiş onu
gözler görmezmiş
ne kadar yüksek çıkarsa çıksın sesi

2 kaldırım ötede kırmızı paltolu bir kız görmüş
ama ona ulaşmaya gücü yetmezmiş=(
talih bu ya, bir bozuk para yuvarlanmış ona doğru
arkasından palto gelmiş
bir ara da kız

merhaba demiş
-merhaba kim konuşuyor

ben demiş
-ilahi bir ses mi duyduğum? ah persephone!

saçmalama demiş
-hadesimi mi buldum yoksa?

hayır beni
-sen. kim?
kaldırım taşı

aşağı bakmış muzipçe kız. cebinden bir erik çıkarmış ve iştahlı bir şekilde ısırmış, biraz da edepsizce

o ne demiş
erik demiş kız.
seviyor musun? diye sormuş
-evet.

oysa dörtgenmiş. kız yuvarlakları severmiş.

ruhunun iplerini bağlamak isteyen adam

adam her zaman ruhunun iplerini bağlamak istermiş. çünkü ipler yerlerde süründüğü zaman, zaman zaman çamurlanıyor, zaman zaman ıslanıp temizleniyormuş. bu doğal akışa bir son vermek istemiş, boğularak ölmüş.

deliliğin hiçsel analizi

deliliğin hiçsel analizi yapılabilseydi, bir tek X payına düşeni alırdı. Varlığını sadece aklıyla sürdürüyordu. Ne duymak, ne görmek, ne işitmek çişinin sesini! En ufak bir hareket, kırabilirdi narin kemiklerini! Ama şanslıdı X, uyumaya çalışırken kol saatinin tiktaklarını-her tiktakta ölüm korkusu, can sıkıntısı bir yanda, ne ironik!- duymak zorunda değildi.

7! uğursuz 7! bir çocuk farketöişti neden 7den tiksindiğini. pastel boya kokusu, neşeli gökkuşağında her 7 yeşil, her yeşil kusmuktu, alkole dayandığı ergenlik çağlarında. başka bir 7de X kaybetmişti tüm algılarını-ne şans-, bu sayede kendi gerçekliğinin kapılarına dayandı. çelimsiz, pek çelimsiz, hacimsiz! kol dedikleri yanlarında sallanan iki işlevsiz uzuv! ve inanın bana, isterseniz kolayca kırbailirsiniz tüm kemiklerini!
oysa...
Oysa X bildiğinizden fazlası. Başka evren bilmez- bilse de hatırlamaz, hatırlasada bşkalarına bildiremez- kendi dünyasının tanrısı! O ki devrilemez bir ilah,korkusuz, ölümsüz-asla bilmeyecek ne zaman gelecek ömrünün sonbaharı- Ve X ki güçlü bir tanrı. beğenmediği eserini düzeltmeye çalışmaksızın yıkacak kadar küstah. Ve-ne şans!- onun bir kaç dakikasını aldı,hükmünü sonlandırmak kendi yüce hiçliği üzerinde. Ne dünya bıraktı bize ki yaşasak -doyulmaz yaşamaya!-, ne de esaretten bitap bir köle... sadece çürümüş bedeni. kaybedilen bir atnrıydı o, masumiyetti, güzellik, saflık daha adını duymakla kaldığımız ne değerler! belki vardı, belki yoktu. zaten varsa bile bilemezdim. bilsem bile bildiremezdim.