the whole world is our playground

the whole world is our playground
the whole world is our playground

24 Nisan 2010 Cumartesi

neyse
az önce birinin kişisel iletisine
kişiliksiz insanların kişisel ileti yazması tuhaf
tarzı bişey yazdığını gördüm
ve ne tepki vereceğimi şaşırdım
bu olay karşısında çok belirsiz duruyorum
çünk mantıken yanşi bir matematik problemi gibi bakınca doğru
ama bir yandan içimden bir his beğenmediğimi söylüyor
yine a zönce bir ileti okudum birinde
iyimserler salaktır
bunu beğenmedim
düşünmeyeyim de ne yapayım
2 mayısta
pislikten ve olumsuz duyguklardan uzak kalabilmek için
2 mayısta
farketmez direk sikkolina modu olmuşsunuz
sizi de anlamıyorum ha
sikkolina takılıp takılıp hatuna üzülüyorsunuz bir tek
yahu
benim kırılan gözlüğün hesabını kim verecek
pes oynamak. o da erkeksi bir sikkolinalık
kızların kuaföre gitmes gibi bişi
bunların hepsini sadece sikkolina dmeek için yazıyor olabilirim
ama belki ço içten duygularla yazıyorumdur
bilemedim ben onu
aaay ay
5 günlüğüne hiçbir hedefim yok
demek ki eğer bu süre uzasaymış ve ben emekliye ayrılmış bir yarış atı olsaymışım o 5 tane masum dişi atı hamile bırakan soysuz olabilirmişim.
tabi şimdi tecavüzcü at cüns olmayan attı. benim emekli bir yarış atı olup aynı zamanda soysuz olmam mümkün değil
ama bu mantık hatasını görmezsem sanırım doğru bir tespit
istanbuldayım sanırım 2 mayısta ama kardşeim uçağımın düşeveğini iddia ediyor
çünkü sanırım beni çok sevdiği için gitmememi istiyor
evet söylemiştim ya kuaföre gitmişler gibi
yan i dişi olsalarmış kağanla ibo şuan kuaförde olurmuş
kuaföre gitmenin zor bir yanı olduğunuı düşünmüyorum şahsen
bazen fön seslerini ve kuaförün suçlayıcı saçını nerde kestirdin sorusunu duymak illet gibi tabi
bilemiyorum
ama hep lezbiyen ağdacı olayını düşünmüşümdür
yani lezbiyen olsam ağdacı olurdum
lezbiyen ve emekli bir yarış atı da olabilirdim .
hem o zaman o 5 masum atı hamile bırakmazdım.
tabi soysuz olmam hala mümkün değil.
dedim ya yarış atlarının bir amacı var diye.
tabi iri ve güzel hatunlar için söylenen at asla olamam.
hadi boyum uzadı diyelim hala çok ince bacaklarım olur
hatta boya gidenin enden eksileceğini düşünecek olursak muhtemelen tığ gibi olurum. tığ ne kelime iğne gibi.
sonra belki ibne olurum
sırf aralarında ses benzeliği var diye ama
yok
onud emiyorum
ben hayvan olan attan bahsediyorum
zaten diğerinden bahsediyor olamayacağımı söuylemeye çalıştım
ama biraz fazla açıklayınca
böyle beirsiz oluyor
oysa çok saçma
açıklama değil mi sonuçta. kendinin çok fazla açıklamak nasıl daha karmaşık olmana yol açabilir ki
at olmak istemiyorum
sadece şuan ki durumumu bir haftalığına emekliye çıkmış yarış atına benzetiyorum.
hayvan olsam da atları seçmezdim sanırım
erkeklerin at fantezisinden midir atlara tapan kızları genelde sevmememden midir bilinmez

6 Şubat 2010 Cumartesi

romo

ben bir romo'yum ve sivri dişlerim var.
sizi yiyebilirim.
önceden uyarayım.
ben bir romo'yum ve sivri dişlerim var ve dişlerim çelikten
onları eritemezsiniz.
önceden uyarayım


ben bir romoyum ve elimde kocaman bir çubuk var.
tecavüz edebilirim.
önceden uyarmalıyım.
ben bir romoyum ve elimde kocaman bir çubuk var ve çubuk incecik.
bulutları çubuğuma dolayabilirim
pamuk şeker gibi yiyebilirim onları.
güneş gözünüzü acıtabilir
önceden uyarmalıyım.


ben bir romo'yum.
yatağınızın altındaki dehşet olabilirim, ve ya dolabınızdaki
lakin
ben bir romo'yum.
ve bulutlardan şeker yapmayı tercih ettim.

memories of a dying atheist dog

---bir köpek---

camekandaki yansımamı izliyorum. soluk ve koyu. akşamüstü. en çok bu saatleri seviyorum. kıyafetler görüşümü engelliyor ve ya yansımalarımız buluşarak istenmeyen şekillere bürünüyor. öğlen fazla parlak oluyor ve kendimi göremiyorum. akşam geniş göğsüm, dik kulaklarım ve gölgeli gözlerimle atalarıma yakışır bir çekicilikteyim. soluk ve koyu. açık sarı tüylerim ibne ibne ışıldamıyor. camekanları en çok akşamüstü seviyorum.
insanlar gelip geçiyor. haftada iki kere aynı yüzlere rastlamam mümkün. onlar; görüntüleri, sesleri, kokuları ne kadar farklı olursa olsun rutinlerini gerçekleştirmek zorundalar.
bir köpeğin de rutinleri vardır.
akşamüstü camekanda kendimi seyretmeyi seviyorum. gece çıkacağım seks gezilerinden önce bu ritüeli gerçekleştirmek piliçlerimin bana gelmesini sağlıyor.
kendimi seviyorum ve bu, dişilerin götlerini kaldıran o hemcinslerimden biri olmamı sağlıyor.
eskiden böyle değildi.
herşey kaldırımların yapılmasından çok önce başladı.

---bir köpeğin anıları---

7 miniktik. ben fazla minik doğmuştum. annenin sarkık memeleri vardı. ben her zaman hayatta kalmayacağı düşünülerek itilen yavruydum. asla yuvadan fazla uzaklaşmaya cesaret edemedim. anne bir sürtüktü. bir seferinde gri kulaklı bir pezevenk yuvanın etrafında beliriverdi. bu olay -eğer anlatacaklarımı daha etkileyici kılmak için uydurmuyorsam- büyük kar fırtınasının patlak verdiği döneme denk geldi.

---o gece---

7miz iyice sokulmuştuk birbirimize. anne eniklerini korumak için, kaldığımız samanlığın etrafını turluyordu. zig o gece beni kolluyordu. minik, aç, görüşü diğerleri kadar gelişmemiş ve burnu ıslak olmayan bir enik olsam da ben de en temel içgüdülerime tutunarak doğayla bütünleşmeye çalışıyordum. uzun süre korunaksız ve elverişsiz hava şartları olan yerlerde yaşamaya alışmışsanız bir süre sonra rüzgarın uğultusunu ninni olarak görmek; ısınmak için kendi pisliğiniz üzerinde yatmak; aç kaldığınız günler önceki günün sütünü ve ya annenin memeleri arasındaki sıcak uykuyu düşünerek yapacağınız mental mastürbasyon rutininizdir. her daim patilerinizi sıcak tutarsınız böylece. bir yandan samanlıkta ağzınızın etrafı kuruyup yapışmış süt ve burnunuzda çamurla dolaşırken kendi bokunuz neden pislik olsun? üzgünüm aristokrat bir ev köpeği olarak doğmadım ve afedersiniz, bokla ilgili sorun ne?

hikayeme dönecek olursam; o gece benim bokla ilgili bir sorunum yoktu. aksine sıcak ve taze bok -afedersiniz kaka- diliyordum. zig üstümde yatıyordu ve diğer enikleri de beni ısıtmaya ikna etmişti. bu durumda kapıdan bir hayli uzaktım ve üstümdeki enik sürüsünce gizlenmiştim. hepsinin isimleri vardı ve benim minik olmama rağmen şu an bir hayli iri olduğum düşünülürse, bu isimleri bir yerlerde yaşatmaya devam ediyorlardır. liz siyah olanımızdı ön bacaklarında ince beyaz dikey çizgiler vardı. beyaz bir şerit ise boynunun etrafını tasma misali sarıyordu. jed, zig ve bri bembeyazdı. tre ve rin de beyaz sayılabilirdi; ama diğer üçüyle kıyaslanınca onlar daha bir sokağa ait gibiydiler; kirliydiler. her nasılsa lip ve ben çok açık sarıydık.

şundan eminim ki o gece; ancak 3. sınıf bir ressamın elinden çıkmış olabilecek o renk curcunası; o enik yığını kutsaldı. üşümüyorduk, aç değildik ve aynı rahimden çıkmış olduğumuzu hissedebiliyorduk.

sonra o geldi. gelişinden geç haberimiz oldu çünkü anne bir tehdit sezip havlamamıştı. bundan o gri kulaklı pezevengin baba olabileceği çıkarımında bulunabilirim sanırım. hikayenin bundan sonrası ancak tahminlerime dayanıyor çünkü önceden belirttiğim gibi üstümdeki bedenler görmemi ve görülmemi engelliyordu.

anne ve pezevenk burunlarını birbirlerinin boyunlarına değdirerek selamlaşıyorlar. belki pezevenk bir kaç iltifatta bulunuyor. ama kuyruğum üzerine yemin ederim ki testesteron kokusunu içeriden duyabiliyorduk. sonra bir şeyler oluyor ve anne aniden samanlığa dalıyor. ve pezevenkle korkunç bir kapışmaya giriyorlar. enik aklım bile biliyor ki bu seks değil. gri kulak oldukça iri ve anneyi birkaç darbede yere serip bize doğru hamle ediyor. paytak paytak sağa sola kaçışıyoruz...

sadece yürüyordum; ne duyduğum; ne gördüğüm umurumda değildi. hoş; hoş olmayan manzaraya popomu dönmüştüm ve görebildiğim ahşap ve samanın birbirine karışan renklerinden ibaretti. hiç bir şeyi algılayamıyordum. bir kemik sesi; havlaşmalar ve vehşi patilerin uzaklaşan sesleri. ve hiçbir köpevladının yapmayacağı bir şeyi yaptım. saklandığım yerde uyuyakaldım.
-----------------

uyandığımda; dünün anıları aklımdan silinmişti. güneş ışığı; kör gözlerimi rahatsız etti. buna alıştıktan sonra seçebildiğin neşeli bir gökyüzüydü. doğruldum. ve dünün anıları, kokular, sesler zihnime doluşmaya başladı. vazo şeklindeki gelişmemiş bacaklarım ağrıyordu. istemeyerek samanlığı incelemeye başladım. 5 kardeşim annemizin üstünde ağlıyorlardı. açlardı ve süt bezleri aktiftir umuduyla ölü sürtüğün memelerini çekiştiriyorlardı. zig samanlığın diğer köşesine savrulmuştu. uynaması için tüm gücümle havladım. ''zig ! '' patilerimle karnını dürttüm. soğuktu. kemik sesi. gerçek soğuktu; kederle çöktğm. kulakların her zamankinden daha düşüktü ve talaşların soğuk uçları karnımı dürtüyordu; her nasılsa acım onları görmezden gelmemi sağladı.

tekrar ayağa kalktığımda hava kararmıştı ve ben dışında herkes ne yapacağını düşünerek telaşlanıyordu. birer birer terkettiler samanlığı. birer birer. bir bir. bir tek ben kaldım. bir kedi gibi patilerimi kırarak çöktüm zig in bokunun üstüne.

tu biğ kontinyuğd

what keeps mankind alive ?

26 Ocak 2010 Salı

nevermind.

küçücük insan duvarının ortasında
bir bomba patlamış
mary evine yürümüş
mary şemsiyesini açmış
insan parçalarıymış düşen
serseri beyinlerin
isim veremediği
O;
acı
yok olmuş
yok olur mu hiç?
yokmuş
şemsiyenin içinde.

12 Ocak 2010 Salı

re-a-lit-e


keşke olaylara aklımızla getirebildiğimiz farklı kanaatler, bakış açıları daha maddi olabilse. yani mesela sevgilimin evine gitsem ve benim zevkimden uzak döşenmiş yeri sadece sevdiğim birine ait olduğu için aklımda güzel şekillendirmek dışında, gerçekten istediğim gibi görebilsem. mesela hoyratça yere bırakılmış bira şişesine dokunsam, ve en sevdiğim mavinin neon haline dönüşse, dün gece o evde izlenen maça dair bir şeyler- daha doğrusu insnaların o topun o kaleye girmsini beklerkenki heyecanını yaysa; sonra şişenin içinde kalmış bir iki damla bira aniden yunusa dönüşüp burnumu ısırsa falan? gülümsemekten alıkoyamıyorum(:

kişi

hoyrat olmalı bazen.

9 Ocak 2010 Cumartesi

balıkçıyı vuran olta.

resmini yapmak istesem

yapardım.

ve istesem kelimelere dolardım seni

yalanlarla başkalarına karşı.

ve sen açıkça söylerken

gecenin sıcaklığını

değişmiyorum kendi sıcaklığıma

ve yüce nesiller bile görmemiştir

benim kadar

hiç’ini.

yukarıdaki adama bak

hayır tanrı yok seni salak- üst komşunuzdan bahsediyorum ben.

adam soğuk

ve adam ne saati söyler sana yolda durdursan

ne de düştüğünde kaldırır seni

ama sıradan bir karısı var

oysa o soğuk ve seçici

ben değilim.

sıradan bir karım da yok

sıradan bir işim de

aslında ne bir karım var ne işim.

sıradanlığın müthiş farklılığı

bak sokaklardaki.

6 Ocak 2010 Çarşamba

6 Aralık 2009 Pazar

ÇAY

saat neredeyse öğleni vuracaktı. 8 dakika gerideydi yine. gözlerimi açmak zor. neredeyse büyük boy pizza boyutundaki ''O kadar aylaksın ki normal saatler snei uyandırmaya yetmiyor, ama korkma cüzzi bir miktar karşılığında seni uyandırıyoruz'' saatimi buçuğa kurdum ve duş almak için aylak aylak yürüdüm. J'nin telefonunu bekliyordum ve biraz soğuk sudan sonra, düşüncemle heyecanlanacaktım. Ayaklarım çorapların esaretinden kurtulup küvetteki soğuğu keşfederken, duşun telefon ahizesine benzeyen kısmının ismini bilmediğimi farkettim. Ardından bir film karesinde bulunmanın zorunluluğunda -iki boyutluymuşum da insanların karşısındaymışım, her an perdeler üstüme kapanacakmış gibi- ahizeye benzettiğim şeyi kulağıma tuttum.
''merhaba dünya!''
nitekim ne ben iki boyutluydum ne de her şey ''bakkalın karısıı emmanuella''daki gibi mutluya bağlanıyordu. Suyla oynamaktan sıkılıp çıktım. J 15 dakika sonra geldi. Aramadı. Bir süre bir şeyler ikram etmem için yüzüme baktı. Umudunu kesince, mutfağa doğru yürüdü. Mutfakta ilgimi çeken bir şey vardı. Hayır O değil,kaşık sesi. Kenardaki tabureye oturup biricik arkadaşıma en güzel gülümsememi fırlattım. O sa yakaladı, yuttu, şişirip ikimizi de küçük bir ısı baloncuğuna hapsetti.
sabah uyanmak için sıcak çay gibisi yoktur. ama o da en sonunda bitti ve bize sadece berbat bir kuruluk ve çayla sigaranın tadı kaldı.
J ''O gitti ama fotoğrafları hala bende.'' dedi. ''olur öyle şeyler''dedim. ''Kötü olan kalıyor, bir çay daha koysana sen.''
Kaşıklar şakıdı; benim suyum ısındı. ''E hadi kalk artık be sende.'' ''Biraz daha dur, yorucu olacak, ne zamandır yürümedim.''dedim sandalyenin döşemesini tırnağımla sıyırıken. J sıkıldı. Ağır ağır dudaklarını oynattı, ben de her zamanki gibi onu heyecanla karşıladım, köpek misali.
''Geçen gün Bleri gördüm. Kahve makinesinin başında toplanmış bir şeyler planlıyorlardı.''
''Evet Irak'ı bombalayacaklarmış, S söyledi''
''Öf be, iki dakika dinle; geçen sefer tüm planlarımızı bozmuşlardı.''
''Planımız var mı? Yok sanıyordum.''
''Plan yok, şeker var mı?''
''Evet J, sağ en üstteki rafta bulabilirsin.''
Bir nefes alıp aklımdakini söyledim. '' Ne düşündüklerini biliyorum, yani Blerin. Sin çektiği fotoğrafları yakıpbize mal edecekler. En iyisi onlardan önce davranıp biz yakalım.''
''neden ki? sana bu yüzden inanmadım. S sana söylemez''
''neden ki?''
''sevmiyor.''
''neyi?''
''seni.''
''eh hayallerim yıkılmış sayılmaz.''
''evet aman, onu da yapmasın başka neyin var...''
''saçmalama, her şeye sahibim.''
Güldü. Kaşlarımı çattım:
''sen ne zamandır bana böyle davranabiliyorsun?''
''Ha-Ha. Otoriteni mi sarstım?''
''Haha bak ona da sahibim.''
''İt.''
''çay koysana''
''kaldır kıçını artık.''

----------------------------------------------------------------------------------------------

İçi kürklü ceketimi giydiM. En az onun kadar neşeli yeşil beyaz çizgili keten ceketini giydi. Süet çizmelerimi geçirdiM. Kürklü yarım çizmelerini giydi. Şemsiye dedi; yağmurluğu seçtim. Evi kilitledik. Artık parlak Pazar sabahının altındaydık. Cebinden ezilmiş bir paket çıkardı, paketten de bir sigara. ''dönelim mi?'' diye sordu.
''hayır, bana da bir tane ver.''
''bireysel mi takılıyoruz sanki?''
''yo nereden çıkardın? Çay içtim ya.''
''Ne alaka?''
''Hani kahve tek kişiye hitap eder.''
''Ne alaka?''
''Çay için demlik lazım. Demlik yurdum usülü. Otuz tane dayıyı toplasan ağızları tatlanır şurada. Paylaşım geyikleri. Kahve daha bireysel. ha bi de poşet çay ver ki hiç sorma, o kahveye özeniyor gibi. Oysa demlik! Demlik ayrı bişey. hani şu benim evdeki eski püskü zımbırtıdan kimler çay içmiştir kimbilir. Ne dedikodular hapsetmişlerdir o çay molalarına.''
''Hah, drama yıldızı. Paylaşırsan sürekli paylaşırsın, seninki hikaye. Çayın çoğunu da içtin zaten. hem çay simgedir. Sadece paylaşımın değil, ''mutluluk içinde çalışan bir ayağı çukurda tek yumruğu devrimde işçi sınıfı''nın da simgesidir. Senin onlarla alakan yok. ''tembellik Manifestosu''na tapan birinden ne beklenirse o seninki, lafta.''
''Evet lafta çünkü söylediklerim bir şey değiştirmeyecek yani söyleyebilirim kaygısızca. Hem çay globaldir. Unutma ki işçi sınıfının simgesi dediğin o şey asillerin sofralarını değil belki ama ipek örtülü fiskoslarını süslemiştir.''
''süslemiştir tabi ama özdeşleştiremedim ben.''
''Beş çayı, sütlü çay, kraliçenin büyük göğüsleri''
''O da doğru tabi. Ama bir yanlışın var, hissediyorum.''
''Ben de.''

6 Kasım 2009 Cuma

zaman

kraldan önce adı gelir biliyorsun
hatırlar mısın ne güzel tarlalar vardı
çavdarların arasında ne kadar mutluyduk
sen, ben ve
sinekler

zaman öylece akıp giderdi..

güneş kırmızı, çavdar sarı
sen benimdin,
ama ben seni sevmiyordum
hatırlıyor musun
nasıl kırmızıya karışırdık sarılar arasında
sen, ben
ve sinekler.
bok kokardı.

ve zaman öylece akıp giderdi...

8 Ekim 2009 Perşembe

soykaloji!

soykaloji!
uçan atlarımıza binip hindistandaki ucuz otelimizin pis sokaklara bakan balkonunda margaritalarımızı falan yudumlasak diyorum?
ya da fransaya gideriz, çevreye ve dile oldukça fransız. napolyonun topraklarını koklarız. bre napoleon ben bile geçtim üstünden!
bulutlara doğru hafif bir seyahat ama gökkuşağı çok güzel bir şey değil, tek bir renge saplanıp kalırız aman diyim; kırmızıyı severken yeşili maviyi unutmak doğru değil.
las vegasta biraz kumar oynarız, tabi gidene kadar kalırsa paramız. çoğuna gerek yok zaten oksijenin fazlası bile yakıyor diyorlar.
londranın arka sokaklarında uzun boylu manken fizikli sen elbisenle ben smokinimle(post modern girls and old men geleneği icabında). sonra, amerikaya gidip ameliyat ettiririz seni ne diyorsun? bunun üstüne de hollandada yapılan bir lezbiyen evliliği, türk kahvesi yanına likör gibi gider. yarasın!
çok duman, çok para, sen maskara oldun, ben zampara.
hayır başımı ağrıtacaklar da ağrıyan uzvumu kesmeyi deneyeceğim diye korkmasam?
geç bunları.

5 Ekim 2009 Pazartesi

ben, ben, ben


O yaratıcıysa; ben daha da yaratıcıyım!

ilkel

. tanrının varlığına kanaat getiremeyeceğimize inananlardanım veya bir enerji olarak varsa bile bu evreni çoktan terkedip gitmiştir, ve ne ben onun umurundayımdır, ne de o benim.
bugün okulda din dersinde herkes testlerine gömülmüştü, bu durumdan bunalan bir kaç kişi olarak hocayla tartışmayı tercih ettik. kısaca islamdaki cennet inanışının biyolojik hazlara hitap eden bir biçimde tasvir edildiğinden, bunun nedeninin savaş sırasında çekilen yoksunluk olduğundan bahsetti. ve var oluşun amacının ne olduğunu sordu. herkesin cevabı birbirinden faklıydı; bana göre ise tamamen amaçsızdı. bir oyunun içindeydik, ve her şey sadece süregelmişti. önemli olan ise başlangıç ve bitiş; ölümle yaşam arasındaki o süreyi olabildiğince tadını çıkararak değerlendirmekti.
dinlere veya herhangi bir toplum hareketine inanmıyorum ancak sadece arkadaşımın ''cennet neden böyle tasvir edilmiş?'' sorusuydu beni düşündüren. belki sadece muhalefet olmak istedim, belki de savaş sırası yoksunluk dışında bir neden olabilecğini düşündüm ve n,iden aklım şu düşünce geldi.
yüzyıllardır düşünme eğilimlerimiz doğrultusunda, yavaş yavaş ilkellikten vahşilikten uzaklaşmış, hayvani duygularımızı unutmuştuk. oysa bahsedilen cennet tasviri bana en derinlerimizde gizli olan hayvansal güdülerimizi hatırlattı. belki de yapmamız gereken, solunabilecek her oksijen kütlesini içimize çekmekti. yani, düşünebileceğimiz herşeyi düşünmeli, din babalarınca günah diye tabir edilen her hazzı her deneyimi tatmalıydık. isteğimiz tükenene kadar; düşünecek hiç bir şeyimiz kalmayana kadar. (çünkü düşünmemenin tek yolu düşünecek hiç bir şeyimin olmaması bence; gerçekçi olursak meditasyon yapan insanlar bile aklını çok uzun süre boş tutamıyor. ) böylece hepimizin doğdukta sonra kendimize aşıladığımız sorunlar çözülecek ve rahatlayacaktık. o kadar çok mavi soluyacak, o kadar çok koku duyacaktık ki artık bunlar bize sıradan gelecekti ve estetik kaygılara yönelik hiç bir isteğimiz kalmayacaktı. (bir insanın makarnayı çok sevmesi ancak çok fazla yedikte sonra makarnadan tiksinmesi ve uzun bir süre yememesi gibi. zira buradaki asıl neden fizyolojik değil psikolojiktir.) dolayısıyla, sadece yiyen içen, üreyen birer organizmaya, yani geldiğimiz yere birer hayvana dönüşecektik. her birimiz! ancak sonsuzluğu göz önüne alınca bu döngü asla bitmeyecek insanlığın akli devrimini yapmasıyla belki bundan milyon asırlar sonra birileri oturmuş, benim düşündüklerimin aynısını düşünüyor olacaktı. kim bilir. yani ne kadar günahkar olursak cennete o kadar yaklaşacak, ne kadar suç işlersek o kadar arınacak ve hayatı bir amerikan elitinden daha yavaş ama daha anlamlandırarak tükenecektir. düşünmemek günah!

p.s: biliyorum düşünülecek çok şey var ama bahsettiğim de .çok olanaklı bir şey deği sadece aklıam geldi. belki 2 3 asır yaşayabilseydik gerçekleşebilirdi. insanın yaşam süresi uzuyor diyorlar tıp ilerledikçe. kim bilir?

2 Ekim 2009 Cuma

bazı arkadaşlarım ,62 ve bakış açıları

çılga

62den tavşan yap
sonra özgür bırak.

handik

62den tavşan yap
7 ekle 69 olsun

turşu

62den tavşan yap
sonra becer

bilge

62den tavşan yap
''ay ne tatlısın sen öyle''

sevil

62den tavşan yap
sonra örgütle

a-lee

62den tavşan yap
her uzvu kulaklarıyla doğru orantılı mı ki ehi ehi